14 Ocak 2018 Pazar

DÖNEN DÜNYANIN İLK KANITI: FOUCAULT SARKACI

DÖNEN DÜNYANIN İLK KANITI: FOUCAULT SARKACI

Deneyin mimarı olan Jean Bernard Léon Foucault, deneyin beklediği şekilde sonuçlanacağından emindi. Tüm hazırlıklar bittiğinde, bir mumun aleviyle, demir kütleyi tutan ip yakılarak kesildi ve sarkaç ağır ağır salınım hareketine başladı. Demir topun altındaki sivri uç, platform üzerindeki kum tabakasına sürterek ilk izi oluşturdu. Sarkaç, salınımının ilk periyodunu bitirirken kumda oluşan iz dümdüz bir çizgiden fazlası değildi. Yüzlerce göz halâ üzerindeyken, sarkaç ikinci ve üçüncü salınımlarını gerçekleştirdi. Diğer salınımlar birbiri ardına gerçekleşirken zaman geçtikçe kumdaki ilk izi oluşturan birinci salınımdaki heyecan giderek yerini sıkıcı bir tekdüzeliğe bırakıyordu. 10 dakika, 20 dakika geçtiğinde henüz fark edilir hiçbir değişiklik yoktu. Meraklı bekleyişini sürdüren tüm izleyicilerden sessiz olmaları istendi. Panthéon’un tüm kapıları kapalıydı. Öyle ki en küçük bir hava akımı bile sonucu etkileyebilirdi.
Bir saati bulan bekleyiş sonunda sarkaç, Foucault’nun iddia ettiği şekilde belirtiler göstermeye başlamıştı. Kumdaki iz, giderek bir çizgi olmaktan uzaklaşıp sivri uçlarından birleşmiş, alt kenarı bir yay olmak üzere iki eş üçgeni meydana getirmeye başlıyordu. Birkaç saat sonunda kumda oluşan iz, artık her gözün görebileceği açıklıkta sarkacın farklı bir düzlemde salındığı sonucunun çıkarılabileceği kadar farklıydı. Foucault, devasa boyutlardaki bir sarkaçla devrimin fikir önderlerinin huzurunda, yüzlerce meraklı Parislinin gözleri önünde dünyanın döndüğünün tarihteki ilk canlı kanıtını ortaya koymayı başarmıştı. Paris’in bulunduğu enlemin doğrudan etkisiyle, yaklaşık 32 saatlik bir bekleyişin ardından sarkacın kum tabakasında bıraktığı iz, kusursuz bir daire halini alacaktı. Evet, Dünya kesinlikle dönüyordu!
Foucault, 18 Eylül 1819’da yayıncı bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunu çeşitli makineler ve modellerle uğraşarak geçirdi. Küçük yaşlardan itibaren teknik işlere eli çok yatkındı. 1829’da Paris’in tanınmış bir okulu olan College Stanislas’a girdi. Bununla yetinmeyerek, annesinin isteğiyle bir taraftan da özel bir hocadan tıp dersleri almaya başladı. Lise yıllarının ardından Paris Üniversitesi tıp bölümüne yazıldı. Annesi onun bir cerrah olmasını istiyordu fakat Foucault kan görmeye ve acı çeken insanlarla karşılaşmaya bile dayanamıyordu. Buna rağmen eğitimini yarıda kesmedi fakat bir yandan fizikle alakadar olmaya başladı. Tıp okulunda moleküler anatomi dersleri veren hocası Alfred Donne’nin üç yıl boyunca sürecek olan asistanlığını yaparken ışık ve optikle uğraştı. Bu alanlarda kazandığı deneyim onda bir fizik sevdasının oluşmasını sağladı. Hiçbir zaman fizik alanında bir üniversite derecesine sahip olamasa da ömrü boyunca kendisine ait bir atölyede deneysel çalışmalar yürüttü.
Foucault, atölyesindeki torna tezgâhında çalışırken, tezgâha bağlı durumda olan ince, uzun ve esnek çelik çubuğa kaza eseri elini çarptı. Bu çarpma sonucu çubuk torna üzerinde belli bir devirle dönmekteyken artık bir de titreşim hareketi kazanmıştı. Foucault, hareketin davranışı karşısında şaşkınlığa uğradı. Titreşim bir süre sonra durunca bu sefer kasıtlı olarak ona dokundu. Evet, gözlemi doğruydu. Uzun çelik çubuk, torna üzerinde sürekli dönmesine rağmen titreşim sönene dek titreşim doğrultusunu kaybetmiyordu. Yani titreşim doğrultusu, tornanın aynasıyla birlikte dönmüyordu ve çubuk hangi devirle dönerse dönsün titreşim doğrultusu apaçık sabit kalıyordu. Parlak bir gözlemci ve deneyci olan Foucault’nun zihninde şimşekler çaktı. Torna tezgâhındaki kaza ona harika bir fikir vermişti. Eğer tornadaki çubuğun titreşim doğrultusu, dönmeden etkilenmiyorsa dönen bir platform üzerine tutturulan sarkacın salınım doğrultusu da dönmeden etkilenmeyecekti. Peki, bu ilginç davranış şeklini nerede kullanabiliriz? Dönen platform, doğada neye karşılık gelebilir? Çok uzaklarda aramaya gerek yok. Elbette her saniye dönüşünün etkisinde olduğumuz fakat farkında olmadığımız gezegenimize. Sarkaç nasıl bir düzleme bağlanırsa bağlansın salınım düzlemi değişmeyeceğinden, eğer dünya gerçekten dönüyorsa sarkacın altındaki zeminde dönecek ve bizler sarkacın presesyon yaptığı algısına kapılacağız. İşte Foucault sarkacının doğuşunun altında yatan olağanüstü kavrayış budur.
Foucault, haklı olarak derhal bunu denemek istedi ve 8 Ocakta ilk denemesini 2 metre uzunluğunda bir iple yaptı. Bu uzunluk, sarkacın, beklenen gözlemin yapılabilmesini sağlayacak kadar uzun salınabilmesi için yeterli değildi. 3 Şubatta 11 metre uzunluğunda bir sarkaçla Paris Ulusal Gözlemevinde deneyini tekrarladı ve bu sefer beklediği sonucu aldı. Deney dünyanın döndüğüne dair tarihteki ilk kanıttı. Dönemin Fransa cumhurbaşkanı Louis Napoléon’dan (Napoléon Bonaparte’ın oğlu) deneyini Panthéon’da tekrarlaması için bir teklif aldı. Bu müthiş bir fırsattı. Nihayetinde 31 Mart 1851’de Panthéon’un kubbesi altında salınan 67 metrelik sarkaç, birkaç saatte dünyanın dönüşüne dair zihinlerdeki en ufak şüpheleri dahi yok etti. Galileo’nun ‘Dünya dönüyor’ derken ki haklılığı bütün canlılığıyla Panthéon’da salınan sarkacın kumda bıraktığı izlerdeydi.
Coriolis 1792’de Paris’te doğdu. 1816 senesinde sürtünme ve hidrolik üzerine önemli çalışmalar yapacağı École Polytechnique’te hoca oldu. Endüstriyel devrimin doludizgin sürdüğü ilerleyen yıllarda sanayi sistemlerindeki mekanik ilişkileri inceleme üzerine çalışmalarını yoğunlaştırdı. 1829’da bu konuda kaleme aldığı bir kitapta ilk defa kinetik enerjinin doğru açıklamasını yaptı. Su çarkları gibi dönemin popüler olan dönen endüstriyel uygulamaları üzerine çalıştı. 1835’de bu çalışmalar sonucu kendisini tüm dünyada tanınır kılacak bir makale yayınladı. Bu yayında dönen sistemler üzerindeki, tıpkı merkezkaç kuvveti gibi kaynağı eylemsizlik olan saptırıcı bir kuvvetin varlığından bahsetti. Her ne kadar Coriolis bu kuvvetin önemini yeteri kadar kavrayamamış ve bunu dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi için uygulamamış olsa da 19. Yüzyılın sonlarına doğru önemi anlaşılan bu kuvvet kendisinin ismiyle anılacak ve Coriolis kuvveti olarak literatürdeki yerini alacaktı. Coriolis’in 1835’deki yayınından sonra eksik bıraktığı kuvvetin dünya için uygulanması görevini Poisson yerine getirdi. 1880’li yıllarda giderek önemi artan ve yaygın olarak yapılmaya başlanan meteorolojik tahminlerde Coriolis kuvvetinin ne derece önemli etkilere sahip olduğu anlaşıldı.
Temel fizikte çokça kez karşımıza çıkan sarkaç tanımı, basitçe bir ip ve bu ipi gergin tutabilecek herhangi bir kütleye ihtiyaç duyan düzenektir. İpin bir ucuna kütleyi bağlayıp boştaki diğer ucu sabit bir noktaya tutturduğunuzda sarkacınız hazırdır. Tek yapmanız gereken sarkacın hareketini başlatacak bir “ilk kuvvet” uygulamaktır. Bunun için kütleyi belli bir açıya kadar çekip sonrasında serbest bıraktığınızda salınım can sıkıcı bir tekdüzelikte başlar. Evet, temel fizikten bildiğimiz basit sarkacın salınımı her ne kadar sarkaçlı duvar saatlerinde zamanı ölçme aracı olarak kullanılsa da kimsenin karşısına geçip dakikalarca izlemek istemeyeceği kadar can sıkıcı bir düzenektir. Fakat gelin biz işin içine biraz farklılık katalım. Şöyle ki; oluşturduğumuz bu sarkaç eğer herhangi bir hava akımının etkisinde değilse, beklediğiniz gibi yukarıdan bakıldığında düz bir çizgi boyunca salınacaktır. Tüm can sıkıcılığına rağmen sabırla beklediğinizi ve sarkacı yukarıdan gören pozisyonunuzu koruyarak gözleminize devam ettiğinizi düşünelim. Ne görürsünüz? Elbette kısa bir süre sonra sarkacınızın durduğunu! Bir ipin ulaşabileceği boyutlar, sarkacınızın presesyon hareketini gözlemleyebilmeniz için size gereken süreyi veremez. Daha uzun bir ip kullandığınızı düşünelim ve daha büyük bir kütle. Hatta Foucault’nun sarkacındaki gibi 67 metre uzunluğundaki çelik bir halata asılı 28 kg ağırlığındaki demir kütleden oluşan bir sarkacınızın olduğunu varsayalım. Şimdi presesyonu gözlemlemek için yeteri kadar zamanınız var. Sarkacınız artık uzun oluşu sayesinde daha küçük bir açısal hızla daha yavaş salınıyor böylece hava sürtünmesinden minimum düzeyde etkileniyor diğer yandan ağır oluşu sayesinde de yerçekimi tarafından her salınımda güçlü bir geri çağırıcı kuvvete maruz kalıyor. Böylece salınımına uzun süre devam edebilen sarkaç size presesyon hareketini gözlemleyebilmeniz için gereken süreyi veriyor.
Bu hareket Dünya için bile söz konusudur. Bildiğiniz gibi dünyamız yaklaşık 23,5 derecelik bir eksen eğikliğine sahiptir ve diğer yandan kendi ekseninde dönmektedir. Presesyon için gerekli tüm şartlar sağlanır. Dünyanın presesyon hareketinin periyodu tam 26000 yıldır. Bunun anlamı açıkça, eğer dünyanın eksen eğikliği bugün güneşten tarafaysa, 13000 yıl sonra aynı konumda eksen eğikliğinin güneşin aksi tarafında olacağıdır. Presesyon tam bir tur yaptığında dünya başlangıçtaki konumuna dönecektir. Yani bundan böyle dünyanın kendi ekseni ve güneşin çevresinde olmak üzere yalnızca iki hareket yaptığını söyleyenlere presesyon hareketinin varlığını hatırlatabilirsiniz. Bu hareket dünyanın sahip olduğu şartların doğal bir sonucudur.
Şu ana dek bizde bu noktayı iyi bir şekilde vurgulayabilmek adına merkezkaç ve Coriolis için “kuvvet” ifadesini kullandık. Fakat esasen bu tamamıyla fizik dışı bir kavramdır. Yine de biz tersini ele alalım; biran için merkezkaç kuvvetinin gerçek olduğunu ve elinizde bir ipe bağlı cismi başınızın üstünde çevirdiğinizi düşünelim. Böyle bir durumda, dönmekte olan bu cismin yörüngesinde kalabilmesi için dönme eylemine devam etmesi gerekmezdi! Çünkü zaten merkezkaç “kuvveti” ve ip gerilimi birbirini dengeler. Dönmediği halde havada asılı durarak yörüngesinde kalan bir cisim, hiçbir zaman karşılaşmadığımız bir olay. Diğer taraftan şöyle bir şey diyebilirsiniz: “iyi ama ip gerilmesini dengeleyen bir şey olması lazım” Haklısınız, cevap: eylemsizlik. İp tarafından sürekli merkeze çağırılan cisim tıpkı bir virajı dönen arabada bulunduğunuz durumdadır. Cisim, arabanız virajı dönerken sizin aksi istikamete savrulmanız gibi dışarı kaçma yönünde eylemsizliğini sürdürmek ister. Virajı dönerken sizi hiçbir kuvvet dışarıya doğru çekmediği gibi başınızın üzerinde çevirdiğiniz cismi de dışarıya çeken bir kuvvetten söz edilemez. Bu sadece sürekli yön değiştiren çizgisel hızın eylemsizlik ilkesi çerçevesinde var olan halini koruma isteğinden ileri gelir. Başka bir açıdan, hiçbir kuvvet bir hareketin sonucu olarak var olamaz. Kuvvetler ya vardır ya da yoktur. Oysaki biz burada yalnızca dönme olayında karşımıza çıkan bir durumdan bahsediyoruz. Dolayısıyla merkezkaç kuvveti tanımı aslında yanlıştır.
Coriolis “kuvveti” de yalnızca dönen sistemlerde karşılaştığımız bir durumdur ve incelediğimiz iki “kuvvet” de büsbütün farazidir. Daha net ifade etmek gerekirse; doğada ne Coriolis “kuvveti” ne de merkezkaç “kuvveti” vardır. Daha doğru bir niteleme olacağından dolayı bundan böyle onlar için “etki” ifadesini kullanmayı tercih edeceğiz. Bu noktada, halâ bu yanlış ifadenin neden sıklıkla birçok yerde kullanılmaya devam ettiğini merak edebilirsiniz. Bu yanılgı, matematikle fiziğin ikili ilişkisi arasına gizlenmiş vaziyettedir. Matematik size sanki gerçekten dönen bir cisimde merkezkaç kuvveti varmışçasına hesap yapmanıza izin verir. Coriolis için de aynı şekilde dünya üzerindeki hareketin sanki bir kuvvet etkisi altındaymışçasına yaklaşılarak üretilmiş formülleri vardır. Fakat hiç kuşkusuz matematik, zihnimizin bir ürünüdür.
Şimdi de dışarıdan merkeze doğru düz bir çizgi çizmeye çalışalım. Şaşırtıcı olmayacak bir sonuçla, bu sefer de bir eğriyle karşılaşacağız. Artık yavaş yavaş düz olan plak yüzeyinden eğri olan dünya yüzeyine geçelim. Bunu bir düşünce deneyiyle, plak yüzeyini dünya üzerine geçirmeye çalışarak yapacağız. Önemli olan nokta; plağın merkezinin, dünya üzerinde hangi noktaya karşılık geleceğidir. Biliyoruz ki, plak saat yönünde döner ve biz Dünyanın bilindik kuzey taraf yukarıda, güney taraf aşağıda olan resmedilme şeklini şimdilik biraz rahatsız edeceğiz. Eğer bir dünya modeline sahipseniz bunu daha kolay uygulayabilirsiniz. Yoksa da mühim değil. Kafanızın içinde dünya modeline dokunun, elinize alın ve ona genelde resmedilen şekliyle “aşağıdan” bakın! Dünyayı güney kutup noktası tam olarak gözlerinizin önünde ve ortada olacak şekilde çevirin. Evet, şu anda zihnimizde farklı bir açıdan baktığımız dünya saat yönünde dönüyor ve artık o plağımıza benziyor. Yani nihayetinde, plaktaki merkez noktası, zihnimizdeki dünya modelinde, artık güney kutup noktasına karşılık gelmiş durumda. Ekvator ise plağın dış yüzeyini oluşturuyor.
Biliyorsunuz ki hayalgücümüzün sınırı yok! Bakış açınızı koruyun. Devam ediyoruz. Şimdi küçük bir farkla, plak yüzeyine çizdiğimiz eğrilerin üzerinden geçeceğiz! Tam olarak merkezde, yani güney kutup noktasında olduğunuzu ve ekvatorda durmakta olan arkadaşınıza bir futbol topunu fırlatmak istediğinizi düşünün. Bunu yaparken tabi ki her türlü atmosferik etkiyi göz ardı edeceğiz ve elbette hayalgücümüz, devasa boyutlara sahip olduğunuzu ve arkadaşınızla birbirinizi rahatlıkla görebiliyor olduğunuzu içerebilir. Güney kutup noktasından topu fırlattınız ve tabi bu sırada dünya dönüyor. Tıpkı dönen plak yüzeyindeki gibi topun aldığı yol, merkezden dışa doğru çizdiğimiz eğri çizgiyi takip edecek ve fırlattığınız top arkadaşınıza ulaşamayacak. Ekvatorda dönmekte olan arkadaşınızın futbol topunu size fırlattığı durumda ise plak örneğine göre bir farklılık meydana gelecek. Çünkü ekvatorda dönmekte olan kişinin sürekli anlık olarak yönü değişen bir çizgisel hızı var. Bu olay tıpkı kaykay üstünde belli bir hızla giderken tam olarak sağınızda kalan ve hareket doğrultunuzla dik olarak kesişen bir hedefe atış yapmaya benziyor. Bu durumda hedefi onikiden vurmak durağan pozisyona göre daha büyük ustalık istiyor zira hızınızı hesaba katmak zorundasınız. Eğer hareketinizi umursamaz ve tam olarak hedefe atış yaparsanız, isabet noktasının bakış açınıza göre sola kaymış olduğunu göreceksiniz. Yani yere göre bir harekete sahipseniz nasıl bir atış yapmış olursanız olun atışı yaptığınız andaki hareket bilgilerinizi cisme otomatikman yüklemiş olursunuz. Atıştan sonra yavaşlasanız, hızlansanız veya hareket yönünüzü değiştirmiş olsanız da artık hareketine başlamış olan cisim için değişen bir şey yoktur. O, yere göre, atış anındaki hareketinizin tüm detaylarını yüklenmiş olarak ve bunun gerektirdiği şekilde hareketine devam edecektir. Ekvatordaki arkadaşınız için de durum farklı değil.
Tüm bu sonuçları birleştirdiğimizde artık dünya yüzeyi için Coriolis etkisini rahatlıkla açıklığa kavuşturabiliriz. Coriolis etkisi, dünyanın sahip olduğu kendi ekseni etrafında dönme hareketinin doğal bir sonucu olarak güney yarım küre için tüm hareketlerin sola, kuzey yarım küre içinse tüm hareketlerin sağa sapmasına neden olur. Elbette bu etki dünya yüzeyine tutunmuş yaşayan bizler için geçerlidir. Dışarıdan bakan bir gözlemci için bu etki söz konusu değildir. Mesela plak örneğinde sadece düz bir çizgi çizmek istedik ve kalemin hareketi bize göre düzdü. Fakat kâğıda yansıması öyle olmadı. Kâğıt üzerine düşen eğri çizgi, plak üzerindeki bir gözlemci için kalemin ucunun hareketini temsil etti. Aynı şekilde futbol topunu kutuplardan veya ekvatordan doğru fırlatırken onun eğri bir yol aldığını gördük. Fakat uzaydaki sabit bir noktadan bakan birisi için bu hareketler sanki bir cetvelin kenarını takip edercesine düzdür. Öyleyse Coriolis etkisinin dönen yüzeylerde fakat yalnızca bu dönen yüzeylerin üzerindeki gözlemciler için gerçekleştiği sonucuna varabiliriz. Bu nedenle Coriolis etkisi, dünya yüzeyindeki bir binanın tepesine tutturulmuş olarak salınan Foucault sarkacında karşımıza çıkar. Yalnızca bununla da sınırlı değildir. Öyle ki, Coriolis etkisini göz önünde bulundurmayan bir hava tahmin raporu düşünülemez. Çünkü tüm hava akımları sanki dünyanın kendisi tarafından fırlatılmış futbol topları gibidir! Başka bir örnek, eğer fırlattığınız uzun menzilli balistik füzenizin tam hedefe isabet etmesini istiyorsanız Coriolis etkisini göz önünde bulundurmak zorundasınız. Aynı şekilde rüzgâr akımları yahut okyanus akıntıları Coriolis etkisinin tesiri altında olan şeylerdir.

\small T = \frac{24 saat}{\sin \theta }

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

29 Mayıs 2018 boğa günlük yorum

29 Mayıs 2018 boğa günlük yorum genellemeler yaparsak Mayıs ayı yıpratıcı etkisi geçti lakin 29 Mayıs an itibariyle sakin durağan geçmeye ba...